
Şu anda sokaktan 10 kişiyi çevirip “Televizyon izliyor musunuz?” diye sorsam, çoğundan “Eskisi kadar değil” cevabını alırım. “Niye böyle diyorsunuz?” desem, çoğu hiçbir şeye faydası olmayan, insanları yemek yemekten bile soğutan kadın kuşağı programlarını ve saçma sapan dizileri sebep olarak gösterir. Son derece haklılar. Bunu, TV programlarıyla kendini geliştirmiş biri olarak söylüyorum. Gerçekten de “5 büyükler” diye tanımladığımız televizyon kanallarında insanların kendini geliştirebileceği programlar kalmadı.
Oysa hatırlıyorum, çocukken Susam Sokağı gibi okuma yazma öğreten programlar vardı. Çok değil, 25 yıl önce bilgisayarı ve interneti anlatan, Zahide Yetiş’in sunduğu “İnternet TV” programını izlerdim. Programda, konusunda uzman kişiler soruları yanıtlar, her bölümde yeni bir şey öğrenirdim. O zamanlar insanlar daha mutluydu sanki; kimse televizyona çıkıp birbirine bağırmazdı. Televizyon denen sihirli kutunun içindeki insanların, diğer insanlara örnek olmak gibi bir derdi vardı.
Burada Zahide Yetiş’e ayrı bir parantez açmam gerektiğini hissediyorum. Çünkü onun bana kattıkları çok değerli. Arkadaşlığı ve dostluğu da benim için ayrı bir yerde. Onun donanımıyla Türkiye’de çok şeyi düzeltebilecek bir insan olduğunu düşünüyorum. Şu an yer aldığı program formatının, onun bilgi ve birikimini tam anlamıyla yansıtamadığını hissetmek beni biraz üzüyor. “Zahide gibi insanlara, daha eğitici ve topluma faydalı programlar yapabilmeleri için fırsat verilse, eminim televizyon çok daha iyi bir yere gelebilir.
Konuya dönersek, daha eskiye gidelim. Bizim kuşak, birbirine saygı duyarak pazarlık yapmayı Cenk Koray’ın “Tele Kutu” yarışmasından öğrenmiştir. “Evet” ve “hayır” kelimelerini kullanmadan konuşmayı, kendini farklı kelimelerle ifade etmeyi ise Erkan Yolaç’ın Evet Hayır yarışmalarından… Bu yarışmalar öyle etkiliydi ki, hemen hemen her aile, bu oyunları evde oynardı. Gülmeyin, gerçekten “evet” ve “hayır” demeden 2 dakika sorulara cevap vermek kolay değil. İsterseniz deneyin!
Dizilere gelelim. “Perihan Abla” ve “Bizimkiler” gibi diziler ne güzeldi! Ne kötü karakterler vardı, ne yalılar, ne de yemek masasına vurup insanları huzursuz eden dedeler… Aileyi veya mahalleyi koruyacağım diye beline silah takan tipler yoktu. Herkes birbirini tanır, bir şeyleri korumaya bile gerek kalmazdı. O dizilerde sevgi ve saygı vardı, biz de bunu görüp bir şeyler öğrenirdik. Peki, son zamanlardaki dizilerden ne öğreniyoruz?
Reyting sistemi, televizyon yapımcılarının tek derdi haline geldi. Televizyonda bir şeyler öğretmeye çalışan kişi sayısı yok denecek kadar azaldı. Böyle olunca sanatçılar ve üniversiteli gençler televizyon ekranlarından internet yayıncılığına kaymaya başladı. Bu durum, yalnızca televizyonu değil, toplumu da olumsuz etkiliyor.
Son olarak, yılbaşı akşamı iki kanal dışında düzgün bir yılbaşı programı hazırlanmadı. Hazırlananlar da kötünün iyisi olarak nitelendirilebilir. Bu, programcıların ne kadar zayıf kaldığını ve sanatçıların televizyona olan tepkisini gösteriyor. En çok etkilenen ise yine halk oluyor. Çünkü her ne kadar televizyon modası geçmiş gibi görünse de, hâlâ en etkili iletişim araçlarından biri. Televizyondaki kişiler, Evinizin kapısını çalmadan ekranlar vasıtasıyla evinize kadar girebiliyor.
Bu duruma şöyle bakmak lazım: Televizyonu en çok kim izliyor? Evde vakit geçiren insanlar… Yani bir şekilde evden çıkamayan, benim gibi engellenen bireyler, hastalar ve yaşlılar. Bu insanlar, çoğu zaman psikolojik olarak zaten zor durumdalar. Biraz gülümsemek ya da bir şeyler öğrenmek için televizyonu açtıklarında bağıran, çağıran veya ağlayan insanlarla karşılaşıyorlar. Daha da kötü hissediyorlar.
Açıkça söyleyeyim, iyi ki çocukluğum bu döneme denk gelmemiş. Okula gitmesem de, o yıllardaki televizyon programları sayesinde kendimi geliştirme imkânı buldum. Şimdi olsa bu kadarını başarabilir miydim? Emin değilim.
Evet, her şey hızla değişiyor. Ancak ben televizyon programcılığı deyince hâlâ Cenk Koray, Erkan Yolaç ve Barış Manço’dan bahsediyorsam, bu insanlar çocuklara ve tüm ailelere hitap etmeyi başarmış demektir. Bu, geleceğe yapılan en kıymetli yatırımdır.
O yüzden televizyon programlarımızı ayrıntılı bir şekilde gözden geçirmeli, çocuklara ve gençlere daha fazla yönelmeliyiz. İzlenme kaygısını geride bırakarak, televizyonu eğitim ve sanatla yeniden birleştirmek, sadece bireyleri değil, toplumu da daha iyi bir geleceğe taşıyacaktır. Böylece hem insanların psikolojisi düzelir hem de daha mutlu, daha engelsiz bir ülkede yaşayabiliriz.
Yazan: Onur Ustaoğlu – Seslendiren : Fatma Gül Demir – Bolçi’nin Katkılarıyla Bolu Olay Gündem Gazetesi Konuşan Yazılar…
Bir yanıt bırakın