Yazıyı Özge Nur Dilber’in sesinden dinlemek için videoyu çalıştırın…
Bir zürafanın dünyaya gelmesi oldukça zorlu bir süreçtir. Doğum esnasında, yavru zürafa annesinin rahminden yaklaşık 3 metrelik bir yükseklikten aşağı düşer ve bu düşüş genellikle sırt üstü olur. Yeni doğmuş yavru zürafa, birkaç saniye içinde yüz üstü dönerek ayaklarını vücudunun altına alır. Dünyaya ilk defa bu şekilde bakar. Ardından doğum sıvısının son kalıntılarını kafasını sallayarak yüzünden ve kulaklarından silkeler ve annesinden alacağı sert ama bir o kadar da şefkatli hayat dersine hazır hale gelir.
Anne zürafa yavrusunun üzerine eğilir. Birkaç dakika bekledikten sonra, ilk bakışta çok mantıksız görünen bir şey yapar: Ön ayaklarıyla tekmelercesine yavrusunu dürterek onu ayağa kalkmaya zorlar. Yavru zürafa ayağa kalkmadığı takdirde bu zorlu süreç defalarca tekrarlanır. Ayakta durma mücadelesi yavru zürafa için çok önemlidir. Yavrunun yorgunluğu arttıkça anne onu tekrar tekrar tekmeleyerek çabalaması için uyarır. Nihayet, yavru zürafa titrek bacaklarının üzerinde ilk defa ayakta durmayı başarır.
Daha sonra anne zürafa bir başka ilginç şey daha yapar. Yavrusunu tekrar tekmeleyerek yere düşürür. “Neden?” diye soruyorsunuz, değil mi? Hatta bazılarınız, “Böyle anne mi olur?” diye anne zürafaya kızmış da olabilirsiniz. Ancak anne zürafa, yavrusuna nasıl ayağa kalktığını hatırlatmak için bunu yapar. Bu davranışlara rağmen, vahşi doğada bebek zürafalar için en güvenilir yer annelerinin yanı ve sürüleridir.
Dolayısıyla, sürüden ayrılmadan, mümkün olan en kısa sürede ayağa kalkmaları gerekir. Aslanlar, sırtlanlar, leoparlar ve vahşi köpekler zürafaları takip eder. Eğer anne zürafa yavrusuna bu şekilde davranıp nasıl ayakta kalacağını öğretmezse, yavru zürafanın bu yırtıcı hayvanlara yem olması işten bile değildir.
Biliyorum, yazıya biraz sert ama aynı zamanda anne şefkatini anlatan bir olayla başladım. Aslında bu doğal olay bana bir hayat dersi gibi geldi. Çünkü insanlara baktığımızda, hele hele günümüzde, çocuklarını korumak adına onlara düşmeyi ve düştükten sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp devam etmeyi öğreten anne veya baba göremez olduk. Durum böyle olunca, düşmesini ve düştüğü yerden kalkmasını bilmeyen insanlar olmaya başladık. Bu da bence sağlıklı bir şey değil!
Bu anlattığım şeyden, standart bireylere nazaran engellenen bireyler daha fazla etkileniyor. Çoğu aile, “Aman düşersin, kendin yapma” veya “Aman dökersin, bırak ben yapayım” diyerek, hiçbir şey öğretmeden engellenen bireyi adeta pamuklara sarıp yetiştiriyor ve onlara hiç sorumluluk vermiyor. Sonra da “Benden sonra bu çocuk nasıl yaşayacak?” diye kara kara düşünüyorlar.
Sen onun düşmesine ve bir şeyleri dökmesine izin vermezsen o çocuk tabii ki sen olmadan yaşayamaz. Bak, zürafa bile yeni doğan yavrusuna hayatta kalsın diye neler yapıyor. Ayakta kalması, düşünce çabuk toparlanması için onu tekmeleyerek düşürüyor. “Ah yavrum, düşersin, bir yerin acır” demiyor. Engellenen bireylere sahip ailelerin öncelikle bunları öğrenmesi gerek. Engellenen bireyleri her durumda hayata hazırlamaları gerek.
Hatta size kendi eğitimlerimden örnek vereyim: Çocukluğumda fizik tedavi aktivitelerinde beni sert bir şekilde iterlerdi. Yere düşerdim. Aileme de “Korkmayın, izleyin” derlerdi. O aktivitelerde, nasıl zarar görmeden düşeceğimi ve düştüğümde çabuk toparlanmayı, tekrar tekrar denemekten vazgeçmemeyi öğrendim. Şimdi o aktivitelerin değerini ve bana kattıklarını anlıyorum.
Sevgili aileler, özellikle engellenen bir bireye sahipseniz, onu sakın pamuklara sarıp yetiştirmeye ve sadece günü kurtarmaya çalışmayın. Unutmayın, ailelerin temel görevi her ne olursa olsun çocuklarını hayata hazırlamaktır. Eğer biz bu mantıkla hareket edersek, daha güçlü, yere sağlam basan, kolay kolay yıkılmayan ve yapacaklarından vazgeçmeyen bireyler yetiştirebiliriz.
Yazan: Onur Ustaoğlu – Seslendiren: Özge Nur Dilber – Bolçi’nin Katkılarıyla Bolu Olay Gündem Gazetesi, Konuşan Yazılar…
Bir yanıt bırakın