
Yazıyı Özge Nur Dilber’in sesinden dinlemek için videoyu çalıştırın…
Beni yakından tanıyanlar bilirler, sonradan insanların içini rahatlatmak amacıyla veya ticari amaçlarla icat edilen günleri sevmem; çünkü böyle günlerde yapılan şeyler ayrımcılık veya gösteriş için yapılıyor gibi gelir. Hatta şu anda bir farkındalık eğitimi ile uğraşıyorum. Bana günü belirlerken büyüklerim, “Onur, 3 Aralık dünya engelliler gününde veya ona yakın bir tarihte yapalım,” dediler. Ben direkt hayır dedim. Böyle deyince şaşırdılar, “Niye istemiyorsun?” dediler. Yukarıdaki gibi anlatınca bana hak verdiler.
Bu arada, 5 Kasım’da yapacağımız etkinliğimizde güzel şeyler olacak; aklınıza gelebilecek her şeyle bizzat uğraşıyorum ve ilgileniyorum. Yani şu aralar köşe yazısından çok dilekçe yazıyorum ve kurumlara nasıl dilekçe yazılacağını da bu sayede öğrendim. Gülmeyin canım, ne yapalım, bu işler böyle yapılıyormuş. Neyse, ilerleyen günlerde etkinlikle ilgili tüm ayrıntıları izinle paylaşacağım. Ama şimdiden söyleyeyim, 5 Kasım’da kimseye randevu vermeyin. Bolu Belediyesi nikah salonunda güzel bir etkinlik olacak, dedikten sonra aklınızdan geçen soru işaretlerini tahmin ederek biraz merak iyidir deyip esas konumuza dönmek istiyorum.
Bilmiyorum farkında mısınız? Geçtiğimiz Pazar günü, yani 6 Ekim, Dünya Serebral Palsi (Beyin Felci) Farkındalık Günüydü. Sosyal medya ile uğraşanlar görmüşlerdir. Serebral palsi’li arkadaşlarımız video çekip, “Bizi görünce ‘geçmiş olsun’ demeyin, uzaylı görmüş gibi bakmayın, yanımıza gelip niye böyle oldun diye sormayın. İlla bir şey sorma ihtiyacı duyuyorsanız tuttuğumuz takımı sorun, neleri sevdiğimizi sorun, yani bize kendi arkadaşlarınıza nasıl davranıyorsanız öyle davranın,” demişler. Bunun neyi kötü, doğru söylemişler diyeceksiniz.
Evet, söyledikleri doğru ama bunları yılda bir gün söylemek ve gündeme getirmek diğer günler susmakla olmaz. Eğer bu tür şeyleri dile getiriyorsak, her an ve her platformda söylemeliyiz ki bir şeyler değişsin. Ayrıca biz niye hep bu tür şeylerden bahsediyoruz? Niye başardıklarımızı söylemiyoruz, anlatmıyoruz? Mesela ben hemen şimdi size çok yakından tanıdığım, doğuştan serebral palsi’li olan bir arkadaşın başardıklarını anlatabilirim.
Öncelikle bu arkadaşı 45 yıl önce tanıdım, bayağı samimiyiz kendisiyle. Hiç kusura bakmasın, acayip inatçıdır. Adam doktorları bile şaşırtmış. Doğduğunda ailesine, “Çocuğunuzun zeka fonksiyonlarını da etkilemiş olabilir, genelde serebral palsi bunu yapıyor,” demişler. Çocuk 2 yaşına geldiğinde bu çocuk bir şeyler yapıyor. “Şunun bir zeka seviyesini ölçelim,” demişler. Bir de bakmışlar, zeka seviyesi normalin üstünde. Sonra, “Konuşamaz,” demişler. Bizim inatçı keçi onlara inat biraz bozuk olsa da konuşmaya başlamış.
Zeka ve dikkat içeren oyunlarla büyümüş. Sıra okuma yazma öğrenmeye gelmiş. Komşuları olan genç bir ilkokul öğretmeninden rica etmişler: “Okuldan sonra 1 saat gel, bizim inatçı çocuk okuma yazmayı öğrenmek istiyor, ona yardım et,” demişler. O da kabul etmiş. Bu şekilde, günde sadece 1 saatlik derslerle 3 ayda okuma yazmayı öğrenmiş.
Sonra bilgisayar gelmiş ama kullanmayı bilmiyormuş. O zaman da komşuları olan bir bilgisayar öğretmeni abiden yardım istemişler. Bir akşam gelmiş, bizim inatçı keçiye bilgisayarda ne var ne yok temel olarak anlatmış. Anlatırken de hep soruyormuş: “Anladın mı? Yoruldun mu?” Bizimki hep, “Anlat abi, ben anlıyorum seni,” diyormuş. Öğretmen okulda 30 saatte işlediği dersi o akşam 2 saatte anlatmış. Çocuk, ne anlatıyorsa bir video kamera gibi kaydediyormuş zihnine.
Bizim inatçı keçi bilgisayarı kullanmayı öğrenince, internet sayesinde kendini programcılık ve web tasarımı konusunda geliştirmeye başlamış. Web siteleri açmış, kodlar yazmış. Öyle bir hale gelmiş ki, bilgisayarda kullanamadığı program, takmadığı parça yokmuş gibiymiş. Sonra bir gün canı sıkılmış, yerel bir gazeteye “Ben köşe yazısı yazmak istiyorum,” diye bir mail atmış ve yazarlığa başlamış. “Yapamazsın,” diyenlere inat, kendi alanında hem yazılı hem sesli olarak yayınlanan Türkiye’nin ilk sesli kitaplarından birini yayınlamış. Çok yakında da ikinci kitabı çıkacakmış ve şu anda çeşitli organizasyonlarla uğraşmaktaymış.
Bilenler gülümsüyor, bilmeyenler de “Kim bu?” diyor. Bu inatçı keçi, bu satırları yazan kişi, yani ben oluyorum. Bilmiyorum iyi bir örnek miyim ama bizim amacımız insanların bakış açılarını değiştirmekse, bu şekilde başarılarımızı anlatmalıyız. Dünyada farklı görünen, farklı hareket eden hatta farklı yaşam tarzları olan insanlara “geçmiş olsun” derken, insanların o “geçmiş olsun” dedikleri kişilerin kendilerinden üretken ve başarılı olabileceğini düşünmelerini sağlamalıyız. Ancak bu şekilde bakış açılarını değiştirebilir ve daha engelsiz, özgür bir dünya inşa edebiliriz.
Yazan: Onur Ustaoğlu – Seslendiren: Özge Nur Dilber – Bolçi’nin Katkılarıyla Bolu Olay Gündem Gazetesi Konuşan Yazılar
Bir yanıt bırakın