Yazıyı Özge Nur Dilber’in sesinden dinlemek için videoyu çalıştırın…
Geçen hafta kaleme aldığım bir yazı öyküsünü sizinle paylaşmış, öyküyü en heyecanlı yerinde keserek bir şeyleri düşünmenizi istemiştim. Ayrıca, “Devamını birlikte şekillendirelim,” diyerek sizlerden mesaj ve yorum beklemiştim. Birçok mesaj geldi. Düşünen, yazan, bana eşlik etmeye çalışan herkese çok teşekkür ederim.
Gelen yorumlarda genellikle, öyküdeki genç kız boğulurken selfie ve video çeken, sadece konuşan kumsaldaki insanlara tepki göstermişsiniz. “Böyle olmamalı,” demişsiniz. Haklısınız. Ancak öyle bir çağda yaşıyoruz ki sosyal medya neredeyse hepimizi esir almış durumda. İnanın, bazı insanlar bir hayat kurtarmak yerine selfie çekmeyi, internette canlı yayın açmayı tercih ediyor. Bazı insani refleksler zamanla yok olmaya başlıyor. Bu da hiç iyi bir şey değil, çünkü hayat sosyal medyada yaşanmıyor.
Bazı okuyucular da öyküdeki karakterimiz Emre’nin suya atlayarak kızı kurtarmaya gitmesine takılmış: “Neden o gitti?”, “Hayatını tehlikeye attı, orada cankurtaran yok muydu?” diye sormuşsunuz. Beni yani yazarı köşeye sıkıştırmak için böyle söylediğinizi biliyorum. Ama açıklayayım da rahatlayın: O gün cankurtaran arkadaş biraz rahatsızdı. O sırada lavabodaydı ve o an müdahale edemedi. Bu yüzden Emre, tereddüt etmeden tekerlekli sandalyesinden suya atlayıp kızı kurtarmaya gitti. Umarım bu açıklama sizi tatmin etmiştir.
Bunlar dışında “Plajlarda engellenen bireyler için giyinme-soyunma kabinleri ve diğer kolaylıklar var mı?” diye soran ya da bu konuda bilgisi olan pek çıkmadı. Bakın arkadaşlar… Bazı illerimizde engellenen bireyler için özel plajlar var. Ama sadece plaj yapmak yetmiyor. Bu plajlarda eğitimli görevliler bulunmalı ve destek sağlanmalı. Ancak bu da yeterli değil. Anayasa’nın eşitlik ilkesi ve 5378 sayılı Engelliler Kanunu gereğince, kamuya açık alanlarda erişim hakkı bir ayrıcalık değil, temel bir haktır. Bu nedenle sadece “Engelliler Plajı” gibi sınırlı uygulamalarla kalmayıp, tüm belediye plajlarında erişilebilirliği artırmak için adımlar atılmalıdır.
Bu bilgiyi de verdikten sonra… Haydi, yavaş yavaş öykümüze geri dönelim.
Emre, bir koluyla kızın başını suyun üstünde tutarken, diğer koluyla dalgaları yararak kıyıya doğru ilerliyordu. Güçlüydü ama bu, kolay olduğu anlamına gelmiyordu. Yorgundu, kolları yanıyordu, nefesi sıklaşıyordu. Yine de bir an bile vazgeçmedi. Sonunda, karaya birkaç metre kala birinin sesi duyuldu: “Yardım edelim!”
Sahilden birkaç kişi suya girip ikisine de destek oldu. El birliğiyle Emre ve kız kıyıya çıkarıldılar. Emre, kumun üzerine oturur oturmaz nefes nefese kıza yöneldi. Kız hareketsizdi. Emre, hemen başını yana çevirip nefesini kontrol etti. Göğsü inip kalkıyordu ama çok yavaştı. Zaman kaybetmeden karnına hafifçe bastırdı. Kızın yuttuğu sular ağzından boşaldı. Öksürmeye başladı. Ardından kız gözlerini araladı. Önce gökyüzünü, sonra kalabalığı gördü… En son da Emre’yi.
Göz göze geldiler. O an, denizin gürültüsü, insanların uğultusu, her şey sustu sanki. Zaman yavaşladı. Kızın bakışlarında minnetle karışık bir şaşkınlık vardı. Emre ise hem yorgun, hem sakindi. Ama o bakış… Sanki bir şeyler geçmişti aralarında. Sözsüz ama güçlü. Bir kıvılcım gibi.
Tam o anda sahildeki sessizlik alkışlarla bozuldu. Önce biri, sonra diğeri… Ardından kumsaldaki onlarca insan hep bir ağızdan:
— “Helal olsun çocuğa! ‘Engelliyim, yapamam’ demedi, kızı kurtardı!”
— “Gerçek kahraman bu işte!”
Emre utanarak başını eğdi. Alkışlara değil, göz göze geldiği o bakışa takılı kalmıştı. Kızın elinin Emre’nin koluna hafifçe dokunuşuyla birlikte sahildeki alkışlar azaldı. Bazıları gözlerini kaçırdı. Çünkü bir gerçeği yeni fark etmişlerdi:
Bir tekerlekli sandalyedeydi evet… Ama kimsenin yüreğinde olmayan cesaret, o sandalye üzerindeki gençte vardı. Kurtardığı kişi, hayatına dair ön yargıları belki o gün orada boğdu.
İşte böyle sevgili arkadaşlar… Kahraman olmak için yürüyebilmek gerekmiyor. Görünenle değil, görmediğimizle yüzleşmemiz gerekiyor. Emre’nin cesareti, sadece denize değil; hayata, önyargılara ve ihmale karşıydı. Peki biz, kendi konfor alanımızdan çıkmaya ne kadar hazırız?
Ben bu kadar yazdım. Açıkçası sizleri düşündürerek amacıma ulaştım diyebilirim.
Gerisi… Bakmakla görmek arasındaki farkı fark edenlerde saklı.
Gelecek hafta başka bir konuyla görüşmek dileğiyle…
Yazan: Onur Ustaoğlu- Seslendiren: Özge Nur Dilber – Bolçi’nin Katkılarıyla. Bolu Olay Gündem Gazetesi – Konuşan Yazılar
Bir yanıt bırakın