Yazıyı Fatma Gül Demir’in sesinden dinlemek için videoyu çalıştırın…
Yıllar önce bir toplantıda tanıştığım bir ailenin küçük bir hikâyesi hâlâ aklımdadır. Yürüyüşü biraz farklı, öğrenmesi yaşıtlarına göre yavaş olan bir çocukları vardı. Kaynaştırma sınıfına devam ediyordu ama okul hayatı hiç de kolay değildi.
Sınıfta birkaç kez akran zorbalığına uğramış. Arkadaşlarından biri itmiş, diğeri küçümsemiş; kısacası kendisini güvende hissetmesi gereken yerde tam tersine incitilmiş.
Daha da üzücü olanı, sınıf öğretmeninin aileye söylediği şu sözlerdi:
“Bu çocuğu alın, gidin. Yavaş öğreniyor, beni yavaşlatıyor. Ben yapamayacağım, özel eğitim veren bir yere gitmeli.”
Oysa ailenin maddi imkânı böyle bir eğitimi karşılamaya uygun değildi. Bana ulaştılar. Önce arkadaşlarımı okula yönlendirdim, müdürle görüşüp durumu aktardılar. Ardından aileyle bir araya geldim. Özellikle annenin tavırları dikkatimi çekti; fazlasıyla korumacı ve çekingen biriydi. Çocuğun kendi başına yapabileceği en basit şeyleri bile onun yerine üstleniyor, bu da gelişimini engelliyordu.
Üniversitede özel eğitim okuyan bir arkadaşımdan rica ettim:
“Çocukla ilgilenir misin?” dedim.
“Tabii abi” diye yanıtladı.
Ama ekledim: “Sadece çocukla değil, anneyle de sohbet et. Çünkü anne bu tutumunu değiştirmezse, çocuk da bağımsızlaşamaz.
Birkaç hafta boyunca bu destek sürdü. Çocukta gözle görülür gelişmeler başladı. Özgüveni arttı, derslere katılımı yükseldi. Bir gün sınıf öğretmeni hayretle aileye sordu:
“Bu çocuğa siz ne yaptınız? Okuma yazmayı diğer çocuklar gibi öğrenmeye başladı!”
Şimdi yazıya niye bu anıyla başladığımı merak ediyorsunuz değil mi? Bazıları da “Ne güzel bir iş yapmışsınız” diyordur. Evet, o gün için güzel bir iş başarmıştık ama siz de biliyorsunuz, aslında bu bizim değil, okulların yapması gereken bir işti. Okullar açılırken bu yaşadığım olayı hatırlatmak ve herkese birkaç soru sormak istedim.
Herkes eğitim deyince ister istemez işin maddi kısmına odaklanıyor: “Şu okul kaç para, bu okul kaç para, okullarda ücret alınıyor mu, eğitim iyi mi?” diye soruyor. Ben ise başka bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Ne kadar azalmış gibi görünse de ve çoğu zaman ses yükseltilmese de yukarıda anlattığım olaya benzer durumların kimi yerlerde hâlâ yaşandığını tahmin ediyorum.
Neden mi? Gelin şöyle genel bir inceleme yapalım.
Okullarımızda uygulanan eğitim sistemi ezberci ve hıza dayalı. Yani ne kadar hızlı ezberlersen o kadar iyi puan alıyorsun. Bu sistem öğretmenlere de “Hızlı olun, öğrencilerinize çabuk öğretin” diyor, yani onları buna mecbur bırakıyor. Maalesef kaynaştırma sınıflarında da eğitim bu şekilde ilerliyor. Öğretmen, kendisini yavaşlatacak unsuru kabul etmek istemiyor.
Ve bazen, yukarıda anlattığım o cümleyi kurmak zorunda kalıyor:
“Bu çocuk beni yavaşlatıyor. Bunu alın, gidin.”
Çünkü eğitimi öyle almış, özel gereksinimli bireyler hakkında çok az şey biliyor. Durum böyle olunca, sorunların ortaya çıkmaması mümkün olmuyor.
Buradan okuyan herkese, eğitim yılı başlarken birkaç soru sormak istiyorum:
- Kaynaştırma sınıflarındaki öğretmenler, özel gereksinimli bireyler hakkında eğitimli mi? Sınıflarındaki öğrencilere, özel gereksinimli bireylerin de aralarında olabileceğini anlatıp onları hazırlayabiliyorlar mı?
- Kaynaştırma sınıfına gelen özel gereksinimli öğrenciye, ihtiyaçlarına göre eğitim sağlanabiliyor mu?
- Bu sınıflar, ara sıra okul yönetimi tarafından kontrol ediliyor mu? Dersler izleniyor mu?
Bakın arkadaşlar, kaynaştırma sınıfları çok önemli bir konu. Doğru uygulandığında insanlara dünyada farklı bireyler olduğunu ve onların da başarılı olabileceklerini öğreten bir sistem. O yüzden eğitimcilerimizi ve öğretmenlerimizi bu konuda destekleyelim. Gerekirse bu sınıflardaki öğretmenlerimize özel eğitim kursları düzenleyelim.
Eğitimin ve başarının ezberden ve hızdan ibaret olmadığını anlatalım. Rica ediyorum, şu eğitim sistemimizi ezbercilikten kurtaralım. Çünkü ezbercilik yaratıcılığın düşmanıdır. Ezberleyen bir insan hep aynı kalıpta düşünür. Farklı şeyler karşısına çıktığında bocalar.
Çünkü eğitim sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda insanı insan yapan değerleri de öğretmektir. Eğer biz yaratıcı düşünmeyi, farklı pencerelerden bakmayı öğreten bir eğitim sistemi tasarlarsak ve buna göre eğitimciler yetiştirirsek, bugün yaşadığımız birçok sorunu yaşamayız.
Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek gerekir.”
Yazan: Onur Ustaoğlu – Seslendiren: Fatma Gül Demir – Bolçi’nin Katkılarıyla Bolu Olay Gündem Gazetesi Konuşan Yazılar…
Bir yanıt bırakın